Geçtiğimiz Cumartesi günübirlik Bursa’daydım, Bursa Yoga Merkezi’nde iki bölüm olarak düzenlediğimiz Tao Vinyasa workshoplarının ikincisini vermek üzere. Hem teori ve felsefeyi tartışmaya, hem de pratik yapmaya bol bol zaman kaldığı için bu uzun dersleri çok seviyorum. Stüdyodaki dersler biraz espresso geliyor bana, zamanın nasıl geçtiğini anlayamıyorum. Bu Cumartesi de benzer bir ders için, çoook uzun bir aradan sonra memlekete gideceğim. Bakalım Angara’m benim için neler hazırlamış?
Bursa otobüsle bir buçuk saat sürüyor. Çok uzun zamandır otobüsle yolculuk yapmıyordum, kara yolculuklarını ne kadar sevdiğimi tekrar hatırladım. Uçak yolculuğu evet süper hızlı ancak tam da sindiremediğim bu çabukluk sebebiyle sersem gibi oluyorum her seferinde. Kıtalararası seyahatten filan da bahsetmiyorum burada, Antalya’ya bile gitsem aynı şey. Bir yerden ayrılmak, yola düşmek, yolda olmak, ve bir yere varmak, insanın sindirebileceği bir hızda gerçekleşmiyor uçakla olunca. Gezmeyi seven biri olarak bir uçağın içinde olmak bile beni heyecanlandıran, mutlu eden bir şey; ama böyle yolculuklarda derinden derine içimde mızmızlanan bir parçamın farkına varıyorum her defasında. Sesler, ışıklar, tenime değen her şey, çok fazla geliyor. Otistik spektrumun uçlarına doğru kaydığımı hissediyorum böyle zamanlarda. Bebeklerin, çocukların uçaklarda bu kadar huzursuz olmaları bence tesadüf değil. Daha açıklar, hassaslar, hissediyorlar. Bir şeyler ters. Bir şeyler çok hızlı. Birkaç hafta önceki Şirince kampında Defne Hoca ilk ders öncesinde şöyle bir açıklamada bulunmuştu: “İnsanın yürüme hızından daha hızlı olan her hareket bedenin vata dengesini bozar.” O yüzden bolca ağırlaşacağımız, topraklanacağımız bir seri yaptırmıştı. Hızlı hızlı oradan oraya zıplayan zihinlerimizin sakinleşmesi için normalde yaptığımız hareketleri onda biri hızıyla yaparak zihni bedenle aynı zaman dilimine getirmeye çalıştık. Bu açıdan bakıldığında otobüs de en ideal seyahat aracı değil belki ancak bana en azından yola hazırlanmam, yol almam, yavaş yavaş gideceğim yere varmam için daha sakin bir ortam sundu geçtiğimiz Cumartesi. Bir yandan derste anlatacaklarımı düşünürken bir yandan da manzaranın keyfini çıkardım.
Dönüş yolunda Ramazan ayının ilk iftarı otobüse denk geldi. Şöför, muavin, ve görebildiğim kadarıyla otobüsün yarısından fazlası oruçlarını açarken benim de aklım geçen seneki Ramazan ayına gitti. Bloğu açıp eski yazıları okumaya koyuldum. Geçtiğimiz Ramazan ayı boyunca, ki yakıcı bir Ağustos ayına denk düşüyordu, Defne önderliğinde #28günyoga hareketine başlamıştık. Bizim elimizde olan araç burada yogaydı ama maksat aslında düzenli özen gerektiren hangi uğraşla ilgileniyor olalım, o uğraş uğrunda her gün önceliklerimizi ayarlayıp vaktimizi ayırmak yolunda bir disiplin oluşturmaktı. O aralar, tıpkı şu sıralar gibi, ben de hayatımda önem verdiğim, eksiklikleri halinde huzursuz olduğum iki şey olan yoga ve yazıyı hayatıma daha düzenli katabilmek adına başlamıştım bu harekete. Ağustos ayı boyunca neredeyse sektirmeden yapıp yazdığım pratikler sonrasında bir de baktım ki harika bir yoga güncesi çıkmış. O zamanlar zihnim nelerle meşgulmüş, bedenim, nefesim nasılmış, nerelerde bir takım incinmeler varmış, her şeyi takip edebildiğim bir ufak tarihçe oluşmuş. Dönüş yolunda “Neden bir kez daha başlamayalım?” diye düşündüm ben de. Doğrusunu söylemek gerekirse, epeyce de düşündüm. Şu sosyal medya dehlizlerinde bir yoga iletisi daha olmuş, olmamış, ne fark eder dedim. Bana bile fenalık geldi bilgisayarı telefonu her açtığımda karşıma yogayla ilgili bir şeyler çıkmasından. Diğer bir çekincemse, zamanlama açısından aslında ‘hiç de iyi bir zaman’ olmaması böyle bir harekete başlamak için. Birkaç güne renkli haller sebebiyle ara verilecek. Ayın ortasında Gül Dirican ile bir kampımız var, ve sonrasında aile evinde geçirilecek uzun bir tatilim. Her şey bir yana, ayın aile evinde geçecek olan bu kısmı düzenli yogayı geçtim düzenli herhangi bir şey yapmam için bana tam bir sınav. Yeme içme düzeni, uyku düzeni, her şey tepetaklak. Günlük aile dinamikleri ve Bodrum’un kendine has rahatlığı içinde eriyip giden bireyselleşme çabaları.. Sonra baktım, tıpkı o zaman olduğu gibi, yine bir sürü insan çok hevesli böyle bir diyete girmeye. Belki düzenli yogaya, belki yazmaya, belki paylaşmaya, belki sessizden takip etmeye, belki de sadece bir şeyleri görmeye ihtiyaçları var. Ama bizi saran bu sosyal medya kalabalığı içinde giderek yalnızlaşan hayatlarımıza dair bildiğim bir gerçek var ki, doğru dürüst işler için kullanıldığında gerçekten bir dayanak ve destek mekanizması olarak çalışabiliyor bu meret. (Bkz. 4 yıl önce bugün) O yüzden karar verdim, ‘ideal’in peşinde koşmadan, nasıl hissettiğimden, önümde yatan günlere dair önyargılarımdan bağımsız, atlayayım bu trene yeniden bir vagonundan. Sonrası kim bilir nereye götürür?
Bugün sabah yogamı yaptım ama, haydi #28günyoga için ilk gün yarın, 30 Mayıs olsun.

:-))) mucks.
Sent from my iPhone
>
BeğenLiked by 1 kişi