Vermek’e Dair

Her şeyin ve herkesin birbirine bağlı olduğunun idrakine iyice vardığım şu günlerde, karşıma çıkan kitaplardan tut da Spotify’ın her Pazartesi yalnızca benim kulaklarım için hazırladığı playlistteki şarkılara kadar, evrenin benimle her an diyalog halinde olduğunu ve benim bunca zaman bu ahengi nasıl görememiş olduğumu düşünür oldum. Hayat birden bire daha oyunbaz, daha az ciddi, daha doğal, daha doğru, daha bonkör gelmeye başladı.

Şu sıralar evrenin bana hazırladığı sahneler içerisinde ise en çok karşıma çıkan temalar hak etme, isteme ve verme/alma kavramları etrafında dolanıyor. Geçen ay göründüğüm bir şifa adamı, heyecanla beklediğim görüşmeyi milyonlarca sözcük grubu arasından “Neden hak etmediğini düşünüyorsun? Sen hak etmiyorsan kim hak ediyor?” sözleriyle açınca, içime bir yıldırım düşmüş gibi oldu. Aynı soruyu ben de kendime sorar oldum. Hak diye bize bin yıllardır öğretileduran şey nedir gerçekten, ne olabilir? Kainatın işleyişinde hakedişe dair bir prensip bulunur mu gerçekten de? Bir tohum çatlamayı hak ettiği için mi çatlar da ağaca dönüşür? Bir yıldız kaydığında, hak etmiş midir bunu? Veya bir aslan bir gazeli parçaladığında haksızlık mı yapar ona?

Bu minvalde düşününce, hayatımızda gerçekleşmesini istediğimiz ama bir türlü gerçekleşmeyen şeyler, belki de biz onları içten içe hak etmediğimizi düşündüğümüz için gelmez başımıza. Ellerimizi göğsümüzün önünde kavuşturup da bir dilek dilediğimizde, sayısal loto oynuyormuşçasına sıralıyoruzdur sözcükleri belki de, biraz şundan olsun biraz bundan olsun diye diye. Kim bilir, belki de bu satırları okurken fark edersiniz ki uzun zamandır kendinize dair bir dilekte bulunmamışsınızdır, işini sağlama alanlardansınızdır. Peki ya gerçekte içimizden geçenin gerçekleşmemesi için hiçbir neden olmadığına, ve şu meşhur kitapta dendiği gibi, aslında evrenin bize bütün dileklerimizi sunmak için elbirliğiyle her an çalışmakta olduğuna, tüm kemiklerimize, hücrelerimize kadar inansak, asıl o zaman neler gelirdi başımıza?

Bu düşüncelerimin çok daha derli toplu ifade edilmiş halini, yine dikkatsiz göze tesadüf gibi görünen ama aslında görünmez ipliklerle birbirine mükemmel bir şekilde bağlanmış olaylar neticesinde, bir arkadaşımın bana okumam için önerdiği bir kitapta buldum. Şöyle diyordu,

Senin zamanında bilinçli olarak edilen dua, aslında kişinin sahip olmayı hak etmediğini düşündüğü veya elde edemeyeceğinden korktuğu bir şey için kuvvetli bir yakarıştı. Baskın düşüncelerimiz gerçekleşerek realitemiz haline geldiklerinden, insanlar bilinçli olarak dua ederek diledikleri şeyi genellikle elde edemezler, çünkü baskın düşünceleri ona sahip olmadıkları ve olamayacaklarıdır! Ancak başka bir bakış açısından, düşündüğümüz her düşünce bir duadır; çünkü bir kez düşünüldüğünde, o düşünce evrenin kalıcı bir parçası olur ve makrokozmik bütüne hitap eder. Tüm dualar, aslında tüm düşünceler bir şeye duyulan arzuyu ifade eder. Ona ister dua, ister düşünce de, aynı şeydir; o, deneyimlediğimiz her şeyi onunla yarattığımız bir araçtır. Senin zihnin tüm zihnin bölünmez bir parçası olduğundan, arzuların her şeye kadirdir, yani sınırsız bir güce sahiptir. Arzuladığın ve elde edeceğine ‘inandığın’ her şeyi elde edeceksin.

Hal böyle olunca, ben de bugünkü yin yoga dersimi biraz bu kavramların etrafında tasarladım. Tasarlamak zorunda kaldım neredeyse! Yine başka bir arkadaşımın yıllar önce yaptığı bir okuma tavsiyesini ancak hayata geçirebildiğimde, ve Halil Cibran’ın Ermiş’ini edinip de Vermek’e Dair şu satırlarını okuduğumda geçen akşam, bugünkü dersimde bunu paylaşacağımı biliyordum:

… Çünkü hakikatte, hayattır hayata veren
-oysa siz, kendilerinin veren olduğunu farz edenler, sizler sadece birer şahitsiniz.
Ve siz alıcılar -ve sizler hepiniz alıcılarsınız- minnetin ağırlığını yüklenmeyin,
kendinize ve veren kimseye boyunduruk vurmayasınız diye.
Bilakis verenle birlikte onun hediyeleri üzerinde kanatlar üzerindeymişçesine yükselin;
Zira zihnin sürekli borcunuzla meşgul olması,
anne yerine özgür yürekli toprağa ve baba yerine Allah’a sahip olan kimsenin cömertliğinden kuşku duymak demektir.