Bir Yoga Günlüğü II: Gün 2

Bazı sabahlar yatak odasının içine muhteşem bir ışık doluyor. Özellikle güneşin yavaş yavaş yükseldiği saatlerde, yan apartmanın pembe renkli dış cephesinin üzerinden mercan rengi bir tül iniveriyor sanki odanın ortasına, oradan yatağın üzerine. Böyle zamanlarda sanki evren beni usulca sallayarak uyandırıyormuş gibi hissediyorum. Kalbimin içinde bir sevinç yumağı oluşuyor. Kentsel dönüşüm canavarı bizi ve komşu apartmanımızı yemesin diye dualar ediyorum.

Bu sabah da böyle bir ışığa uyandık. Dünün gri ve boğuk renklerinden sonra uyanmak daha kolay, neredeyse kendiliğinden oldu. Bu sefer de biraz ışığın keyfini çıkartmak istedim. Tüm gün benim, akşama kadar dersim yok, ne zaman istersem yogamı yapabilirim, dedim kendi kendime. Ama tehlikeyi sezdim, geçtim derhal yoga odasına. Görünürde pek bir şey olmamasına rağmen apana vayu‘nun himayesinde bedenimin içinde aşağı aşağı esen rüzgarları hissedebiliyordum. Ha geldi ha gelecek renkli haller. Rüzgarın esişini kesintiye uğratmamaya özen göstererek önce ısınmaları yaptım, sonra da bolsterı alıp yine sırt üstü uzandım.  Bir ara kahvaltıdaki granolanın üzerine doğrayacağım şeftalileri hayal ederken yakaladım kendimi. Zhander Hoca’nın “Yoga yaparken kahvaltıda ne yiyeceğinizi düşünüyorsanız o yogayı unutun” deyişi geldi aklıma, iç çektim. Çabaya devam.

Özellikle tek bir hocaya bağlı kalınarak ilerlediğiniz bir sistemde iseniz bir süre sonra hareketleri yaparken hocanın sesini içinizde duyar gibi oluyorsunuz. Onun içinize yerleşmiş hali aracılığıyla nefes ve hareketler belli bir ritme oturuyor. Ve hareketleri sanki hocanız sizi izliyormuş gibi yapmaya başlıyorsunuz. Gözü üstünüzde! O arada aklımdan kaytarmak da geçse, bırakmak da geçse, bir hareketi atlamak da geçse, bu bağ o kadar kuvvetli ki, aklıma üşüşen tüm bu şeyleri yapmaktan vazgeçiriyor, tıpkı gerçekten hocanın karşısındaymışım gibi. Dün de #28günyoga’ya dair pek çok kişinin yazdıklarını okuyunca bir kez daha anladım birinin bizleri iyi niyetle gözetlemesinin, bize göz kulak olmasının önemini. Yoga’da guru‘nun yanında sangha‘ya verilen önem de biraz bu yüzden. Bu yolda herkes kendine özgü şekliyle yürüse de, birbirimizin yolculuğuna tanık ve destek olmak için buradayız. İlla aynı dört duvar arasında yoga yapıyor olmamız gerekmiyor. Aynı niyet altında buluşmuş bu insanlar görünmez ipliklerle birbirine bağlanınca, kişide kendine dair bir sorumluluk hissi de gelişmeye (veya artmaya) başlıyor. Özellikle pratiğinin ilk aşamalarında olan bizler için bu yardım ve destek mekanizması çok kritik. “Practice is negligible when life itself becomes ha and tha.” demişti başka bir hocamız. Yani hayatın kendisi ha ve tha olduğunda pratik ihmal edilebilir. Henüz bu noktada olmadığımıza göre pratik, elimizde olan tek şey. Buradaki pratikten kastım da stüdyo değil ev pratiği. Çünkü esas mesele işte burada başlıyor.

Dün akşam ablamla telefonda konuşurken “Şimdi bu 28günyoga’yı istediğimiz zaman yapabiliyor muyuz?” diye sordu şakayla karışık. “Yani illa sabahın şu saatinde yapmalıyız ya da şu kadar dakika sürmeli diye bir şey yok?” Aynen öyle. İster sabah 20 dakikanı ayır, ister akşam 1.5 saat yap, önemli olan bir yolunu bulup günü bunun etrafında şekillendirmek, öncelikleri ona göre ayarlamak. Kimisi için sabah işten güçten önce kalkmak imkansız, kimisinin muhakkak sabah ev halkı uyanmadan yogasının başına geçmesi gerekiyor yoksa günün koşuşturmacası içinde kayıp gidiyor zaman. Hepsinin kendine göre avantajları var. Sabah boş mide, gürültüsüz şehir, ve erken saatlerin getirdiği dinginlik bizi güne hazırlarken akşam daha sıcak ve açık bir beden, belki daha keskin bir zihin, günün sindirilememiş kalıntılarını sindirmemize yardımcı oluyor. Kısacası herkesin ihtiyaçları ve hayat döngüsü farklı. Stüdyo pratiğini bunun dışında tutmamın sebebi, bunu bir ‘öz-disiplin’ olmaktan çıkartması. Evet stüdyoya gidebilmek için de bir disipline ihtiyacımız var. Ama düşünün; diyelim 28 gün boyunca sektirmeden yapmak istediğiniz şey yazı yazmak. Stüdyoda derse gitmek, yazı yazmak için kursa gidip birinin sana ne yazacağını söylemesini dinlemeye benziyor. Evet tekniği öğrenmek için bu da gerekli belki, ancak ‘öz’dekini derinlerden çekip çıkaracak olan şey kalem kağıdınla başbaşa, tamamen içedönük geçireceğin dakikalar.

Odadaki tek başka çift göz, içindeki hocaya ait.

baykus
Foto: Graham McGeorge

Bir Yoga Günlüğü: Gün 4

Bu #28günyoga benim için bir taşla iki kuş vurdu. Hem her gün yoga yapmama, hem de her gün yazı yazmama vesile oldu. Bununla da kalmadı, beraber pratik yaptığımız pek çok kişiyle aramızda başka türlü bir bağ kurdu. Ne iyi etmiş de gelmişiz.

Benim bu sabahki yogam da yağmur sayesinde oldu diyebiliriz. İlk kurduğum saate uyanamadım. 7 gibi uyanıp, pes etmek üzereyken pencereden içeri dolan taze yağmur serinliği hemen gözlerimi açtı. Sabah uyanır uyanmaz sosyal medyaya atlama illetinden bir türlü kurtulamadım. Belki bir 28gün de bunun için lazım. En azından sabah ilk uyandığında, yemek yerken, ve akşam yatağa girince, bakma şu merete işte. Yok. Yirmi dakika kaybettirdi bu musibet bana. Evden 9’da çıkmam gerektiği, ve kahvaltımı da aceleye getirmek istemediğim için, yine ‘şimdi sıkıştırmıyım yogayı, akşama yaparım’ diyecektim ki akşam dersimden sonra eve gelip hiçbir şey yapmaya halimin kalmayacağını öngörünce dosdoğru geçtim yoga odasına. 45 dakikalık bir pratik oldu. Savaştığımız zihin kalıpları da tam olarak bu ve benzerleri işte. ‘Belirli şartlar oluşmadıkça yoga yapamam!’ ve bunun gibileri.

Dün akşam yatmadan evvel önceki gün incittiğim yerlere biraz kas gevşetici sürüp masaj yaptım. Yatarken daha iyi değildim. Kalktığımda daha iyi hiç değildim. Sabahın ilk sürprizi, pratiğin ilk uttanasanasına indiğimde gövdemle bacaklarımın yaptığı 90 derecelik açıydı. Başımın ağırlığını bir milimetre öne bıraktığım an sol popomdan enseme boylu boyunca şimşekler çaktı. Dün akşama doğru içilen şaraplar ve gece geç saat yenen dondurmaların bir hediyesi olarak sabah karnım kaskatıydı, ve udiyana bandhalar dolayısıyla tam olmadı. Udiyana bandha olmuyorsa benim bedenin arkası açılmıyor zaten. Ya da bedenin arkasını kapatan her neyse udiyana bandhalarımı benden alan da aynı şey. Böyle günler pratik açısından belki biraz can sıkıcı, hatta biraz can yakıcı da olsa, pırlanta değerinde bilgiler içeriyorlar. Böyle günler -ve daha iyileri sayesinde bedene dair daha bütüncül bir fikir, hissiyat edinmek mümkün oluyor. Bu da ‘benim hamstringlerim çok kısa’ veya ‘femurumun dış rotasyonu el vermiyor’ gibi mikro bir bakış açısından çok öte, kendini sadece anatomik özelliklerinle değil psikosomatik bir varlık olarak beden-zihin-nefes bütünlüğünde görebilmeni sağlıyor.

Çökmelere geldiğimde glutelardaki ekstra gerginliğin önceki günün çökme çılgınlığından ileri geldiğini anladım. Oldukça sertlerdi, ve 9’dan ileriye gidemedim. Onun yerine daha lineer bir güneşe selam serisi tercih edip, aralarda bol bol utkatasana varyasyonu başka bir çökmeden geçtim. Kalçayı topuklara doğru olabildiğince düşürdüğün ve kolları başın tepesinde tuttuğun bu utkatasana varyasonundan her geçtiğimde, sonrasından gelen uttanasana’nın daha derin ve açık olduğunu fark edeli epey oldu. Çökmeler apana vayu’nun akışını güçlendirdiği ve arka beden de apana vayu’nun himayesinde olduğu için, uzun ve güçlü tutulan bir çökmenin ardından gelen öne katlanmalar daha kolay ve derin oluyor. Shadow Yoga’yla tanıştığım ilk gün, ‘benim hamstringlerim çok kısa’ cümlesini ben de Defne’ye kurmuştum. O da bana ‘apana vayu’ demişti. İkinci Shadow Yoga dersimde paschimottanasana’da alnım kaval kemiklerime değdi. O anı bütün berraklığıyla hatırlıyorum, heyecandan nefesim kesilmişti! Böylelikle ‘hamstringlerim kısa’ miti de çürümüş oldu. Kas dediğin bu bir gün uzun bir gün bu kadar kısa olan bir şey değil ki. Demek ki başka bir şeyler var gözardı ettiğimiz. O derste her ne olduysa apana vayu çalıştı, ayaklara indi, benim gibi arka bedeni çoğunlukla ıslak bir çarşaf üstünde uyumuş da tutulmuş gibi hisseden biri için böylesine bir poz mümkün oldu. Son birkaç aydır yine böyleyim mesela, her türlü öne katlanma zor geliyor, ama artık ‘oram buram kısa, şuram kapalı’ diye takmıyorum. O günkü bedenimin durumuna göre bana yardımcı olacak hareketleri seçip, öyle ilerliyorum. Bugün de pratiğin sonundaki uttanasana ile başındaki arasında oldukça fark vardı. Demek ki neymiş? Çalışınca oluyormuş.

Yarın sabah için yine erken bir pratiğe niyetliyim. Keşke yine yağmur yağsa. Sizin #28günyoga nasıl gidiyor?

fox
by Mike Medaglia