Rüzgarlı bir Bodrum akşamından merhaba.
Bu gün ailecek ‘yavaş yaşam’ modundayız. Geç kalktık. Geç kahvaltı ettik. Dün akşam yatmadan ikinci bir fasıl Vicks terapisi yapmıştık, gece daha az öksürdüm. Bugün de daha iyiyim.
Öğlene doğru annem sordu: “Yoganı ne zaman yapacaksın?” Kahvaltıda yediklerim biraz daha hazmolsun diye vakit geçirirken eşyalarımı toparlamaktaydım. “Yap, kurtul!” dedi annem, tıpkı Fatma’nın geçen gün “Güven, kurtul!” dediği gibi. Güldüm, haklıydı. Bir görevi yaparcasına yapıp kurtulmaktan bahsetmiyoruz burada elbette, ama bütün gün ha şimdi ha şu zaman diye kıvrana kıvrana dolanacağıma gerçekten de bir an evvel yapıp kurtulmam en iyisi. Sabah yogasına bir artı daha. Yogayı sabah yapınca bütün gün kafa rahat olurken, başka bir zaman dilimine kayan yogada saatler ilerledikçe artan bir endişe oluyor. Ya yapamazsam? Burada henüz şafak yogasını oturtamadım ama aile evinde yoga yapabiliyor olmam bile benim için çok büyük bir adım, bir mucize. Öğlen saat 2’ye doğru ben üst katta annem alt katta matlarımızı serdik, ben yoga yaparken annem pilatesine başladı. “Yalnız ben bir şeyler seyredeceğim” dedi, “No problem” dedim, bir de dizili yogayı deneriz.
Yogamı yaptığım bir metreye iki metrelik alanıma doğru çıkarken bugün birinci prelüdü yapacağımı biliyordum. Hem bedenim, hem zihnimin, birinci prelüddeki gibi güçlendiren ve her şeyi merkeze doğru toparlayan kuvvetli, keskin hareketlerine ihtiyacım vardı. Bugünün Mars günü oluşundan ötürü de birinci prelüd ‘akla uygun’du.*
Yogam boyunca sol kaçla eklem kapsülümde nahoş birtakım hisler vardı. Bir hava veya su kabarcığı oraya sıkışmış da, şöyle bir çıtlatabilsem rahatlayacakmış gibi. Bir türlü çıtlamadı, ben de durmadan devam ettim. Bugün dar mekânın ve matlı yoganın nimetlerinden yararlandım. Bundan birkaç sene evvel Murat Gülsoy’un yaratıcı yazarlık atölyesindeyken, ilk derslerden birinde kısıtlardan ve kısıtların öneminden bahsetmiştik. Hayal gücünü kırbaçlayan şey sınırlardır demişti hoca. Özellikle yazmak isteyip de nereden başlayacaklarını bilemeyenler için bu teknik çok işe yarıyor. Yazıya herhangi bir sınır getirilmediği sürece sonsuza uzanan bir seçenekler denizi içinde boğuluyor insan. Halbuki şu direktifle beraber insanın zihninde bir öykü canlanmaya başlıyor bile: Bana içinde bıçak geçen kısa bir öykü yazın.
İşte ben de Samakonasana’da topuklarım arka duvara, başım önümdeki merdivenin ilk basamağına değdi değecek vaziyette alanıma sığmaya çalışırken bunları düşündüm. Altımda kaymayan bir mat oluşu bu pozda bu sefer bana büyük bir avantaj sağladı. Parkede poza yerleşmeye çalışırken bir süre sonra gövde öne veya geriye doğru kaydığı için, pozun esas şeklinden biraz çıkılıyor. Böyle hem arkada hiza alacak bir duvar, hem de göğsün ve kolların altında kaymayan bir şey olunca hiç hissetmediğim yerleri hissettim bu pozda. Bir süre böyle çalışmaya karar verdim Samakonasana’yı. Zaten yogada ilerledikçe hareketler daha kısıtlı, daha dar bir alanda meydana gelmiyor mu? İdman olur. Demek ki sınırlar ve ‘ideal’den sapmalar fırsata dönüştürülebiliyormuş. Prelüdü bitirip yere oturduktan sonra bedenimin şekilden şekle girmesini seyrettim. Vinyasa, bir anlamda ‘akıllıca yerleştirmek’ demek. Dürüst olmak gerekirse şu sıralar Budapeşte kursu için çalıştığımız çizgisel ve dairesel serideki tüm asanaların önceden belirlenmiş olması beni bazen zorluyor. İçine girince acıyla kıvrandığım, ama yine de bana iyi geldiğini bildiğim Janu Şırşasana C’li seriyi yapamıyorum hiçbir yerde mesela. Ardha Matsyendra – Eka Pada Koundinya geçişini hasretle anıyorum. Böyle böyle gider özlediğim asanaların listesi. O yüzden bugün dizginleri içimdeki öğretmene bıraktım, onun direktifleri altında kendiliğinden gelişen bir seri ile yogamı tamamladım. Bütün bu süre boyunca annemin aşağıda izlediği ‘İstanbullu Gelin’ dizisinin süper dramatik sahnelerinden sesler geliyordu. Ben hastalığımdan ötürü biraz daha hışırtlılı çıkan nefesimin sesine odaklanmaya çalıştım. Bir ara ayağım mata takılınca çıkan sesten annem düştüm sandı sanırım, “İyi misin?!” diye aşağıdan seslendi, ben de kısa bir “Evet!”le karşılık verdim. Ana yüreği yoga moga dinlemez. Yogamı bitirip matı havalansın da şu feci kokusu biraz geçsin diye balkona astım. Tam merdivenlerden inecekken annem aşağıdan bir çocuk gibi şen “Benimki bittiiiiiii!” diye seslendi. Ben de “Benimki deee!” diyerek indim, merdivenin sonunda çak bi beşlik yaptık. Aile hayatında yoga hiç de fena değilmiş sevgili sangha, vallahi de oluyormuş! 28günyoga’nın yirmi ikinci günü de işte böyle matrak geçti.
* ‘Akla uygun’; Ursula K. Le Guin’in Marifetler üçlemesinin ikinci kitabı olan Sesler’de, Galvamant’taki seyis Gudit’in sıkça kullandığı deyiş.