Şişenin üzerindeki etikete göre 4 elma, 50 çilek ve 1 adet muzdan oluşan albert heijn smoothiemi öğle yemeği niyetine afiyetle götürdükten sonra bu şehirdeki onlarca kanalın birinin yanında bulunan banklardan birine iliştim. Suyun üzerinde nilüferler, parlak mor, yeşil, mavi kafalarıyla birbirlerine kur yapıp oynaşan, kimi zaman da hiddetle gagalarını birbirine çarpıştırıp suyun icinde patinaj çeken ördekler. Benden ekmek çıkar mı diye birkaç tanesi yanıma doğru yüzüyor, ama elbette ki aardbei-banana smoothiemden onlara verecek değilim.
Buradaki mimari yapı ve kentin dizilimi, toplum hakkında gerçekten çok ipucu veriyor. Elbette ki her yerde öyledir. Ama burada, yolun hemen kenarından başlayan evler, ve özellikle de çoğunda herhangi bir perde vs. bulunmayan salon pencerelerinden neredeyse evin tamamına hakim olmak mümkün. İnsanlar evlerini meraklı gözlerden gizlemek bir yana, neredeyse daha da fazla ilgi çekmek için pencere önlerini adeta bir mağaza vitrini gibi dekore ediyor. Tabii, meraklı göz dediysem kendi gözlerimden bahsediyorum, yoksa elbette burada kimse kimsenin umurunda değil.
Bu noktada, acaba hangisi diğerinin bir sonucu diye düşündüm. Bizde mesela, gündüz çoğunlukla perdeler açık dursa da akşama doğru tüller çekilir, hele hele artık içeride ışıklar da yanmaya başladıysa kalın perdeler de hemen akabinden. “Aman kızım” derdi rahmetli babannem Şişi, “evin içi görünüyor”. Peki, evin içerisinin görünmesi gerçekte ne demekti? Neticede herkesin evinde bir şeyler oluyor. Türk insani meraklı ve dedikoducu olduğundan, herhalde evin içini görüp arkamızdan mı konuşacaktı, napacaktı? Belki de aslında görgüsüzlüktü perdeler açık oturmak, sahip olunan tüm eşyalar insanların gözüne sokulduğu için. Ya da kem göz mu nazar mı artık bilmiyorum, subliminal bir tarihsel sebebi mutlaka olmalı. Evrensel bir davranış değil çünkü. Üstelik bizim evlerimiz böyle hemen yolun kenarından da başlamaz. Burada insanlar umursamaz ve tamamen yargısız olduğu için mi herkes rahatlıkla her şeyi olduğu gibi insanların gözü önüne serebiliyor, yoksa zaman içerisinde bir şekilde bu insanlar da merak etme ve yargılama içgüdülerini bastıracak şekilde yavaş yavaş kollektif bir biçimde eğitildiler mi? Bugünün sorusu da bu oldu.
Öldürsen 4 elma 50 çilek ve 1 koca muzu beraber ya da üstüste yiyemezsin ama bu meret yedirtiyor işte. Allahtan İstanbul’da bu kadar rahatlıkla edinebildiğim bir şey değil, yoksa sıkıntım büyük olurdu. Karşımda havadan süzülerek suyun üzerine plonjon yapan iki adet ördek üşüdüğüm için banktan kalkınmaya hazırlandığım şu saniye içimi ısıttı. Parlak turuncu perdeli ayaklarıyla bu hayvanlar bu ülkenin milli canlısı gerçekten.
Delft