Memleketin bir yerlerine kar yağıyor, buraya bir türlü yağmıyor diye içim gidiyor. Gerçi yağmura bile razıyız İstanbul’da. Oldum olası karı çok severim. Ankaralı olduğumdan mı, küçükken Uludağ’a çok giderdik ondan mı bilmiyorum. İstanbul’a geldiğim ilk yıllarda bir kış aylarca rüyalarımda kar görmüştüm, öyle bir özlemi var içimde. Şimdi görüyorum instagram’da, Maçahel’e, Bolu’ya bir yerlere filan kar yağmış. Kalkıp gitmek istiyorum. Botların altında gıcırdasın, dilimin üstüne yağsın, kirpiklerimde biriksin. Kar yağarken insanın sanki bütün duyuları bir anda kulak kesiliyor. Sadece kulağımla değil, tüm varlığımla dinliyormuşum gibi bir his.
Bugün sabah hissedilen sıcaklık 1 dereceydi. Güzel, keskin bir soğuk. Düne göre bir saat geç gittim parka ama yine de gittim. Güzel bir park bu Özgürlük Parkı gerçekten. Her seferinde gafil avlanıyorum, yağmuru yiyince bildiğin marijuana gibi kokan bir bitki dikmişler girişe. Gülüp devam ediyorum. Birisi keşke gün orta bizle gerçekten dalga geçmiş olsa ve parkın en görünür yerine bir dal dikmiş olsa şundan. Birileri kesin görüp avlardı onu gerçi. Oysa coğrafya derslerimizin baş figürlerinden değil miydi bir zamanlar, ‘keten kenevir en çok hangi bölgemizde yetişir?’.
Dünkü yazıdan sonra tanıdığım tanımadığım bir sürü insandan yanıt geldi. Beni taa Cihangir Yoga’da ilk ders verdiğim zamanlardan tanıyıp bana tekrar uzanan öğrencilerim oldu. İnstagram’a çok bir şey koymuyorum diye sanal yok oluş yaşamışımdır sanıyordum, yanılmışım. Sanganın bilge kadını Çağlayan beni arayıp ‘ben şu hayatta bugüne kadar ne beklediysem beklemediğim zamanda oldu! En beklemediğin zamanda olacak’ dedi. Roei ne yazıyorsun anlamıyorum, İngilizce yazsana dedi. İsrailli tayfa haydi bekliyoruz, her şey güzel olacak dedi. Neticede, yalnız olmadığımı, sarıp sarmalandığımı hissettim. Hatırladım daha doğrusu. Yalnızlık bir illüzyondu, insanın kafasının içinde yuvarlandıkça büyüyen bir yumak gibi, bir çığ gibi, kendinden beslenip genişliyordu. Sana doğru uzanan birkaç tane sıcak el koca çığı eritmeye yetiyordu.
Ekrandan başımı kaldırdım bir de ne göreyim! Kar yağıyor! Kar değilse bile sulusepken. Bu sözcük de harika bir sözcük, kim icat etmiş acaba? Sulusepken. Zaten cümleyi bitiresiye durdu kar dediğim şey. Yine de heyecanlanıyor insan. Ankara’da çocukluğumun büyük kısmının geçtiği, hemen sokak kapısının karşısına denk gelen muhafız alayı kulübesinde nöbet tutan askeri komiklikler yaparak güldürmeye çalıştığım Ahmet İhsan Sokak’taki evden sonra, genellikle kentsel dönüşüme uğrayan ve gecekonduların yıkılıp yerine dört beş katlı apartmanlar, sonrasında da uzun apartmanlı sitelerin inşa edildiği yerlerde yaşadık. Buralar şehir merkezine göre daha yüksekte olan, dolayısıyla kışları daha çetin şartlara maruz kalan yerlerdi. Çılgın bir kıta sahanlığına sahip olan Zirvekent’teki evin vistası, karlı Elmadağ’ı bile görecek kadar genişti. Şehrin bittiği yerdi diyebilirim. Trafiksiz sokaklarında gamsızca bisiklete bindiğim, büyüyünce de direksiyon idmanı yaptığım yerler. Nereden çıktı şimdi bu nostalji? Kar yüzünden. Yatmadan camı açıp havayı kokladığımız, gökyüzünün pembesinden yarın kaç santim yağar, tutar mı tutmaz mı diye kestirmeye çalıştığımız, lütfen yarın tatil olsun diye dua ederek yattığımız geceleri getiriyor aklıma.
Bugünlük bu kadar olsun. Belki her gün yazarsam, neyi beklediğimi unutur, bekleyişim de bu unutuşumun farkına varırsa, belki beklediğim şeyi kendiliğinden bana getirir. (Unutamadı).
