İçinde bulunduğumuz dünya koşullarında, tüm teknoloji şirketlerinin, özellikle de yazılım ve app geliştirenlerin insanlığa karşı dev bir sorumluluğu olduğunu düşünüyorum. Klavyeme iki tane yeni emoji eklenecek diye yaptığım son iPhone güncellemesinden sonra, fıstık gibi çalışan telefonun pili anında yarıya indi, mesaj yazarken kafası bir karış geriden geliyor, olmadık yerlerde kendini kapatıyor. Al bir de bununla uğraş. Güzelim Sleep fonksiyonunun da içine etmişler, kapatmak istersin kapanmaz, bir tane güzel uyandırma müziği vardı, ondan da vazgeçmek zorunda kaldım. Neymiş güncelleme gelmiş. Hafta başında İnstagram’a girdim. Aaa, bir baktım story çekemiyorum. Ona da bir güncelleme. Sonra ne göreyim, ne yorumları takip edebiliyorum, ne laykları doğru dürüst, her şey karman çorman olmuş, asla kullanmayacağım bir alışveriş torbası butonu da cabası. Alın başınıza çalın lanet olasıca app’inizi. Sonra aldı da bir whatsapp furyası. Allaaah. Privacy de privacy. Zaten sürmenaj olmuştuk whatsapp’tan, şimdi başımıza bir de ötekiler çıktı. Hepsi ayrı ayrı ötüyor. Hangi birini takip edeceğimi şaşırdım, en sonunda hepsini sessize aldım. Delirtecekler bizi böyle böyle. Alıştığım şeyler değişmesin istiyorum bir süre. Sesleniyorum eyy app developerlar, gözünüzü seveyim dokunmayın artık. Ne güzel, yapmışsınız çalışıyor. Her sabah yeni bir özelliğe uyanmaktan, yeni bir kullanıcı arayüzüne adapte olmaya çalışmaktan gına geldi. Öte yandan, düşündüm de, kaç senedir iPhone kullanıyorum telefonun çalma sesleri hep aynı. Arkadaş en önemli şey bence bu ya. 15 sene oldu bir yeni ringtone, bir şöyle yumuşak mesaj tonu ekleyemiyor musun? Eklendi de ben mi göremiyorum ey ahali? Uyandırın beni bu kabustan.
Dün en eski arkadaşlarımdan Pınar’la telefonda konuşuyorduk. Ben Türklerin bir anda coşan mahremiyet hassasiyetini gülünç bulduğumdan bahsediyordum. Sanki dünyada bir tek bizim burada olay oldu gibi bir izlenimim var. O da, Avrupa’nın veri mahremiyeti açısından Amerika’ya oranla çok daha ileride olduğunu, hatta veri mahremiyetini geçtim veri sahipliği konusunda pek çok çalışma olduğunu, insanların verisini hangi ölçüde ve hangi şirketlerle paylaşacağının kararının kendisinde olması gerektiğine ve isterse bunu satıp para kazanabileceğine dair uygulamaların bazı yerlerde hayata geçirilmek üzere olduğundan (Hollanda spesifiğinde konuşuyoruz) bahsetti. Vay canına dedim. Verini satarak kiranı ödeyebileceksin örneğin. Bunları konuşalım mesela. Ama cayır cayır iPhone’du, feysbuktu, instagramdı kullanırken whatsapp’tan çıkışı ben beyhude bir direniş olarak görüyorum. Ha artık baymışsındır, bana da bazen geliyor, SMS çağına geri dönüş yapmak istiyorum, olmadı MMS. Birini sileceksem tamamını silmeliyim, eğer tamamını silmeyeceksem de hayatım gereksiz yere komplikeleşmesin istiyorum.
Son günlerde düşündüğüm bir başka olay da, Amerikan senatosunun geldiği hâl. Şaka şaka. Şaşkınlıkla izliyorum o ayrı, ama artık diğer dünya liderleri de bizimkinin mertebesine erişti diye içten içe seviniyorum. Sanki dünyanın en baskıcı, en kötü yönetilen ülkelerinden birinin ezik bir vatandaşı değilmişim de, herkesle eşit rezillikte bir dünya vatandaşıymışım gibi hissediyorum. Gerçi, geçmişten ve vatandaşı olduğun ülkenin bir extreme spormuşçasına yönetilen diplomatik ilişkilerinin yarattığı hasardan ne yapsan kaçamıyorsun. Tıpkı, Roei’nin belgeleri teslim etmeye gittiği gün bizim cânım kâtibin tek kaşını kaldırıp, “hmm, Turkia… Mavi Marmara?…” demesi gibi. Evet canım, Mavi Marmara. Her neyse, senato diyordum. Boynuzlu eleman ve etrafında gelişen olaylardan sonra en çok dikkatimi çeken haber Twitter’ın Trump’ın hesabını süresiz askıya almasıydı. Ne onca insanın zayıf bir polis barikatını aşarak senatoyu basmasını, ne kabine mensuplarının laptoplarını filan kurcalamasını, ne de oralarda selfi çekinmesini garipsedim. Bence en garip şey buydu. Herhangi bir sosyal medya şirketinin, bir ülkenin mevcuttaki liderinin hesabını elinden almasını, afedersiniz aynı bokun laciverti olarak tanımlıyorum. Neymiş, tehlikeye sevk edebilirmiş, tahrik edebilirmiş. Yahu, adam attığı binlerce twitle ne siyahını bıraktı, ne Meksikalısını, ülkeyi takır takır böldü, polarize etti. O zaman neredeydi bu hassasiyet? Sevilir sevilmez, neticede ülkenin büyük bir bölümü de bu adama tekrar seçilsin diye oy vermiş. Gidip adamın hesabını askıya almak da aynı derecede militanca bir yaklaşım diye düşünüyorum. Kuzey Koresk bir tutum. Çok istiyorsan adamı yargıla, suçlu bul, ondan sonra yap ne yapacaksan. Bu tarz ani ve uç davranışlar daima zıttını yaratacağı için, türlü türlü hangi kanallar üreyecek şimdi çok meraktayım. Görüldüğü üzere de sağa sola yargı dağıttığım bir gündeyim!
O zaman konuyu dağıtayım. İyi edebiyat yazmak için iyi edebiyat okunması gerektiğini, Defne Suman’ın önderliğinde yaptığımız kurmaca günlerinde öğrenmiştik. Çok doğru. İyisini ve edebiyatını geçtim, doğru dürüst yazabilmem için bile bir yandan iyi bir şeyler okumak zorunda hissediyorum ben. Aksi takdirde dilim çözülmüyor. Epey süre önce alıp tam da böyle zamanlar için rafta beklettiğim Ayfer Tunç’un Osman’ı, buna çok bariz bir örnek. Bu kadın bunu nasıl başarıyor bilmiyorum. Başka yazarları okuduğumda bu kadar güçlü hissetmiyorum. Bu kadar net bağlanmıyorum kaynağa. Onu okuduğum zamanlarda düşünce bulutlarım bile kendiliğinden bir hizaya giriyor, diyaloglar tasvirler kafamda cirit atıyor. Gerçekten de böyle günler için saklamıştım Osman’ı. Baş ağrısına Parol neyse, yazma ağrısına da bu kadın o.
Bugünlük bu kadar sevgili okur. Buraya kadar geldiysen, çok teşekkür ederim.
Nefis! Diline sağlık, kalemine kuvvet Pinom 🧡
BeğenBeğen
Ne kadar güzel, ne lezzetli bir yazı bu Pınar.
Lütfen gücün yettiğince yaz ve yazdığınca gücün yetsin.
Ben bu günleri eskiye tam dönemesek de atlatacağız diye düşünenler tarafındayım.
Belki bir ergen çocuk anası olduğum için biraz daha fazla olarak geçim derdine düştüğüm, o yavrunun senin deyiminle (daha da körpecik olan) kendi hayatına hapsolmuş olduğunu, kendi geçip gitmekte olan hayatımın bir parça daha önünde tuttuğum için, bu günlerin geçip gittiğini hayal ediyor ve ettiriyorum. Birini çok sevmek insana müthiş bir dayanma gücü verirken; birilerinin bu sakil ortamda, içimizde büyüyen ama ifade edemediğimiz şeyleri oturup yazması da yalnız olmadığın ve güzel insanlarla ortak iyi bir aklı, kalbi paylaştığın hissini veriyor.
Her şey kalbine göre olsun, çok çok sarılıyorum.
BeğenBeğen