Siz hiç Camel’ın Ice şarkısını dinlediniz mi? Şu an evdeki kısıtlı yalnızlığımın tadını bu şarkının eşliğinde çıkarıyorum. Her dinleyişimde içimde garip şeyler oluyor.
Bugün yine ikiledim sevgili sangha. Dün pek içimden gelmedi yazmak. Ama ne var ne yoksa okudum. Okuduklarım sonucunda içimde kabaran tüm duygulara da yapılabilecek en iyi açıklamanın yine bizim blog yazarlarından birinden geldiğini gördüm. Tansel’in çoklu kişilik bütünleşmesi tespitine tamamen katılıyorum. Ben de benzer yöndeki hislerimi anlatabilmek için birtakım sözcükler peşindeydim. Kendi yaşadıklarımın önemsizleşmesi, sadece bende olduğunu sandığım defoların anonimleşmesi, hatta defo olmaktan çıkıp ortak bir insanlık ve beşerilik paydası haline gelmesi, kafamda yeni kapılar araladı. (Ice’ı loopa aldığım için ekrandaki imleç bir süredir yerinde sayıyor..)
Hızır’daki kampımız için evimden ayrıldığım üçüncü haftanın içindeyim. Yavaş yavaş sıla hasretinin, kendi düzenimi aramanın getirdiği huzursuzluk vrittileri baş göstermeye başladı. Bu vrittileri iyi tanıyorum. Çelişkili gibi görünse de bu hal Pınarca’da şu duruma tekabül ediyor: bir yerinde duramama hali ile ne yapacağını bilememekten ötürü hiçbir şey yapamama hali. Dinamik araf. Yerçekimsiz ortamda salınım. Kendi kendinden beslenen bir atalet. Yerçekimim yerine geçebilecek olan yogamdan kısa bir süre mahrum kaldım evet, ama aslında yapabileceğim çok şey vardı. Fiziksel boyutuna ne kadar çok önem verdiğim son dönemde anlaşılan yogamı modifiye edebilirdim. Sabah erken kalkıp evin içinde belirlediğim bir köşede veya bahçede sessizce oturabilirdim örneğin. Her gün aynı saatte samapada’ya geçip, hocamla ve sanghamla temas kurup, beş dakika orada durup, sonra ellerimi göğsümde kavuşturarak emeği geçen tüm arkadaşlara şükranlarımı sunduğum bir kapanışla yogamı sona erdirebilirdim. Ve bu görünüşte hiç fiziksel aktivite içermeyen beş dakika, bana bir buçuk saat boyunca burnumdan ter damlayarak vardığım bir yoga sonrası vecd halini yaşatabilirdi tastamam. Ama yapmadım.
Yapmadım.
“Doğru yolda” diye bağırdı usta, “amaç güdülmez, yarar beklenmez! Hedefi vuracağım diye ne kadar çabalarsanız o kadar başarısız olursunuz, amaçtan o kadar uzaklaşırsınız. Bir şey başarma tutkunuz yolunuza dikilmiş bir engeldir! Kendiniz işe karışmadan bir şeyin olamayacağını sanıyorsunuz.”
“Ama siz bana defalarca demiştiniz ki” diye atıldım, “okçuluk bir zaman değerlendirme oyunu, amaçsız bir eğlence değil, bir ölüm kalım meselesidir!”“Yine de öyledir derim. Biz okçu ustaları bir atış – bir can deriz. Siz bunun ne demek olduğunu şimdi anlayamazsınız ama aynı düşünceyi anlatan şu benzetme belki size yardımcı olur. Biz okçu ustaları deriz ki: Yayın yukarı ucuyla okçu göğü deler, aşağı ucunda ise bir ipek ipliğe bağlı olarak yeryüzü asılıdır. Atış sırasında sarsıntı güçlü olursa bu ipek iplik kopabilir. Bir amaç güdenler ve kaba güce güvenenler için bu kopuş kesindir. Bu kişiler yerle gök ortasında orta yerde çaresiz çırpınır dururlar.”
“Peki ne yapmalıyım?” diye üzülerek sordum.
“Sabretmeyi öğrenmelisiniz.”
“Peki bu nasıl öğrenilir?”
“Kendi kendinizden kurtularak, amaçsız bir gerilimden başka bir şey kalmayıncaya dek kendinizle ilgili her şeyi geride bırakarak…”
Zen ve Okçuluk, Eugen Herrigel. Yol Yayınları, sf. 54-55.
“Dinamik araf. Yerçekimsiz ortamda salınım. Kendi kendinden beslenen bir atalet..” halimde, “kendim ise karismadan bir sey olamayacagini sandigim” durumda sorularima cevap oldu yazin. Tam zamaninda. Ne guzel ifade etmissin. Telefon ekranini opuyorum. Yapistir yanagina lutfen😊😘😘😘
BeğenLiked by 1 kişi
BURÇE! 😂😂 Like tuşuna yanağımla basmaya çalıştım ama olmadı! Çok komiksin. Ben de senin ekranını öpüyorum.
BeğenLiked by 1 kişi
🙈🤣💛💛
BeğenBeğen