Bir Yoga Günlüğü: Gün 12&13

Yogadan değil ama yazmaktan biraz kaytardığım doğrudur! Ama geçerli sebeplerim vardı 🙂

Önce 12. gün olan dünden alalım.

Sabah erken kalkamasam da yine kahvaltıdan önce yogamın başına geçtim. 9. gün civarı gerçekleştiğini düşündüğüm sol kalça eklemindeki nahoşluk sebebiyle bu bölgeye göz kulak olarak yumuşak bir pratik yaptım. Dolayısıyla daha düşük tempolu, sakin, ve normalde yaptığım birtakım pozları atlayarak ilerlediğim bir seans oldu. Öğleden sonra tırmanışa gideceğimiz için de çok yormak istemedim kendimi; ancak sakatlığın tırmanış sırasında daha kötüye gitmemesi için biraz anlamam gerekiyordu hassasiyetin boyutlarını. Bir önceki güne göre daha iyi hissettiğim için beni çok zorlamayacağını umdum.

Öğleden sonra ikisi de epey veteran tırmanışçılar olan Deniz ve Battal ile beraber Ballıkayalar’a gittik. Deniz aynı zamanda bizim Shadow cemaatinden. Burası Gebze’de, ve İstanbul’a bu kadar yakında böyle bir tırmanış bahçesi olması tabii ki çok güzel. Ancak bir ‘tabiat parkı’ olarak geçen bu alanda yıkık dökük moloz ve çöp yığınları görmek insanın moralini bozuyor. Burası aynı zamanda bir piknik alanı, dolayısıyla pek çok piknikçinin artıklarını rotaların bulunduğu kayaların arasından sakin sakin akan derenin içinde görmek mümkün. Biz gittiğimizde derede bir sandalye vardı mesela. Ama neticede manzara yine de çok güzel.

IMG_5173.JPG
Ballıkayalar batı yamacından bir görünüm.

Geçen seferki tırmanış maceramdan sonra bu sefer hangi noktada olacağımı kestirmeye çalışırken biraz tedirgindim. Kaya tırmanışı fiziksel olarak sert bir spor olmasına rağmen gerçekten de pek çok şeyin ‘kafada bittiği’ bir spor aynı zamanda. Rotaların önüne geldiğimiz zaman bugün lider çıkmayı denemeyeceğimi biliyordum. Karamsarlıktan ziyade gerçekçi yaklaştım. Buradaki rotalar çoğunlukla zor, hatta yakın bir zamana kadar da gerçekte olduklarından daha kolaylarmış gibi derecelendirildikleri için pek çok tırmanışçıyı bezdirmiş bir yer. Ben de Deniz ve Battal’ın açtığı kolay rotalara top rope girerek geçirdim günü. Zaten #28günyoga’nın hatrına kendimi limitlerime kadar zorlayıp bir yerimi incitmekten özellikle sakındım. Ne kadar ısınsam da ne kadar soğusam da tırmanıştan sonra hep bir yerlerim ağrıyor çünkü. Deniz’e sordum, onun hiçbir yeri ağrımıyormuş. Demek ki öyle bir noktaya gelinebiliyor.

IMG_5177.JPG
Rota: Debüskö, Foto: Deniz Erkmen

Kaya yapılarına dair pek bir bilgim yok. Bana söylenene göre Ballı’nın kaya yapısı Geyikbayırı’nınkine benziyor. Geyve öyle değil mesela, daha sivri ve keskin bir yapısı var ve insanın elini gerçekten acıtıyor tırmanırken – özellikle acemiysen ve hala ellerinden medet umuyorsan. Ballı öyle değildi ama. Bugün hatta şortla tırmanmama rağmen en az ezik çizik ve sıyrıkla atlattığım tırmanış günü oldu. Açık bir zihinle gidip elimden geleni yapmaya çalıştım, bir rotayı bitirdim, diğer ikisini tamamlamadım. Ama ayak tekniği ve vücut ağırlığını farklı şekillerde kullanma açısından öğrendiğim pek çok şey oldu. Sol kasığımdaki incinmeyi de bir yer hariç hiç hissetmedim, ve o bacağımdan güç alma konusunda bir problem yaşamadım. Bu da bana sakatlığın çok elzem bir şey olmadığına dair bir işaret verdi. Eve gelip sıcak (evet aylardan sonra ilk defa!) bir duş aldım. Ne iyi geldiii. Tutulan ve zorlanan yerlere biraz masaj, biraz kas gevşetici, eklem bölgelerine de başka bir arkadaşım Deniz’in benim için vaktiyle hazırlamış olduğu susam ve çörek otu yağlarından oluşan bir karışım. Pamuklar gibi uyudum.

13. güne uyandığımda önceki günün izlerini bedenimin pek çok yerinde takip etmek mümkündü. Özellikle sol dirsek, sol koltuk altı ve her iki bacağın hamstringleri. Sabah yogadan önce çok sallandım. Gene şöyle bir geçirdim içimden, sonraya mı bıraksam acaba, akşam mı yapsam yogayı, şu an bedenim çok kapalı çok tutuk diye. Defne’ye de bir gün bundan bahsedip, sabahları bedenim çok kapalı oluyor, akşam yapsam yogayı, ne güzel iyice açılmış oluyor demiştim. O da “öyle sıkışık tutuk bir bedenle güne başlamayı hayal edebiliyor musun?!” gibi bir şey demişti. O geldi aklıma. Direk geçtim yoga odasına. O kadar çok yerim tutulmuştu ki gerçekten güne böyle devam etmek istemedim.

Yavaş yavaş, sindire sindire ısınmaları yaptım. Her yerim çatır çutur ediyordu. Isındım, yumuşadım, açıldım. Kurmasthana’da inceden sol kasığı hissettim. Sonrasında canım 1. prelüd çekti. Prelüdün ortasında bacakları at pozu gibi genişçe tutup omurgayı sağdan sola, soldan sağa bir tekerlek gibi çevirdiğin bir poz var. Pozun her bir anında omurgamın başka bir yeri çıtladı, kıtırdadı, açıldı, ferahladı. Oh be, dünya varmış! Ancak bacaklar açık, ayak tabanları yerde, bir dizi bükerek o taraftaki kalçanın içine doğru çöktüğün bir poz var, işte o pozu yaptırtmadı sol kalça. Ben de normalde indiğim yere kadar alçalmayarak yaptım hareketi. Zorlamanın alemi yok, bir acelem de yok.

Prelüd bitip de yerdeki asanalara geldiğimde yine bir sürprizle karşılaştım. Oldukça ağır bir fiziksel aktivitenin sonrasındaki tipik gündeyim: hamstringlerimdeki tutukluğu dışarıdan ellerimle bile hissedebiliyorum, tel gibi sertler. Omuzlarım, sırtımın, boynumun muhtelif yerleri tutuk, yer yer kulunç. Peki nası oluyor da paschimottanasana’da benim sabah sabah alnım kaval kemiklerime değebiliyor? Hiçbir fikrim yok! Tek aklıma gelen açıklama önceki gün çılgınlar gibi çalışan bacaklar sonucunda apana vayu’nun vücutta güçlenerek esmeye başlamış olması. Ama işte, ezber bozan, önyargıları boşa çıkaran bir sabah pratiği daha. Geçenlerde yaptığım akşamdan kalma pratiğinin bir benzeri oldu.

Paschimottanasana’da nefeslerimi saydığım bir ara bundan birkaç ay önceki halime gitti aklım. Geçtiğimiz kış ve bahar dönemi boyunca bütün öne katlanmalar içinde derinleşmek için boynumun ağırlığını bıraktığım sırada başıma bir ağrı giriyordu. Ben normalde boynumu bir milim bile öne bıraksam arka bedenimde muhakkak buna karşı ayaklanan bir takım yerleri hissediyorum. Ama bu sefer farklı, sinüzit ağrısına benzer bir şey giriyor başıma. Aylar boyunca sektirmeden her gün, her öne katlanmada yaşadım. O yüzden bir ara öne katlanmalarda başımı tam öne eğmeden yapıyordum. O kadar da tuhaf bir ağrı ki, saniye saniye izlerini takip edebiliyorsun. Başımı öne bıraktığım anda ağrıyı, zonklamayı hissediyorum; başımı kaldırdığım an yok oluyor. Bununla beraber başımın aşağıda olduğu her pozda – örneğin mayurasana ve aşağı bakan köpekte mesela, başımdan yukarı alevler fışkırdığını hissediyordum. Normalde hareket ettiğim zaman yüzüm hep kızarır, ama böylesi bir şey yaşadığımı hiç hatırlamıyorum. Demek ki o aralar bir olaylar oluyordu bedenin enerji dengelerinde. Bir hocamız da bana paschimottanasana’da başıma ağrı giriyor dediğimde kollarımı içe doğru çevirip bedenin iki yanına doğru  uzatmamı tavsiye etmişti. Bunu yapmamla beraber baş ağrısı da geçti. Normal şekliyle kollarımı ayak parmaklarıma doğru uzattığım pozda omuz ve boyun kaslarımın olduğu bölgede aşırı bir gerginlik gözlemlemişti. Bu da muhtemelen beyne doğru giden damarlarda bir stres yaratıyor, bu da baş ağrısına yol açıyordu. Kolları iki yana doğru açmak da bu gerginliği ortadan kaldırıyordu. “Yoga is cold logic” demişti vaktiyle aynı hocamız. Yani Yoga tamamen mantığa dayalıdır, ve bilimseldir. Ölçüm aletlerimiz hassaslaştıkça, bu bedeni bir denek olarak kullanarak kainata dair gizemleri keşfetmek de mümkün olacak!

13. günün havadisleri böyleydi işte karavan. Sizde ne var ne yok?

Yogaya devam!

 

 

Bir Yoga Günlüğü: Gün 12&13’ için 4 yanıt

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s