Bir şeyin neden olduğunu bilmek neden önemlidir? Neden oldu? Neden şimdi? Neden? Batı ile Doğu arasında sıkışıp kalmaya mahkum, Doğu’ya içten içe özlemle karışık bir kıskançlık beslerken Batı’ya olan ezeli özentisinden ötürü bir Batılı gibi düşünmek için itinayla köleleştirilen bu toprakların evlatları olarak bizler, neden-sonuç ilişkisi denen bu tahterevalliyi belki de gözümüzde çok büyüttük. Tam bir Eastern Body – Western Mind * durumu. Bize yüklenen software bir türlü bizim hardware ile uyumlanamıyormuş gibi. İçimizdeki Doğuluyu az serbest bıraksak iki ayağını uzatıp şöyle bir rahat edecek, kendini yaradanın emin sularında süzülmeye bırakacak, her şeyin nedenini nasılını takdir-i ilahiye bırakacak ama içindeki Batılı rahat durmaz, haydi şimdi ne var, hop, öyle yaymak yok, otur düşün bakalım, neden oldu anla bakalım, ve bul bakalım, bir daha olmaması için neler yapabilirsin? Sorular içinde en gıcık olduğum soru budur. Bir daha olmaması için neler yapabilirsin? Fabrikada dilimize pelesenk olmuş bu kavram yüzünden on bin milyon tane balık kılçığı analizi, vay vay analizi, kök neden analizi, zart analizi zurt analizi için içinin kıyım kıyım kıyıldığı toplantılar sonucunda sağını solunu tüm yamacını kontrol eder de bütün gediklerini kapadığını sanırsın ama şans mı, Murphy mi, kör talih mi, bir daha vurur işte bir hata ve gene sen sorumlu olursun şu kadar anlamadığın sistemin içinde allahın belası bir cıvata nasıl yerinden oynamış da bütün üretim hattı boyunca milyon dolarlık sensör sistemine yakalanmadan yolculuk ederek nasıl tüketiciye kadar ulaşmış? Neyse konumuz bu değildi. Konumuz kontrol manyaklığı. Çünkü benim için neredeyse her şey buraya bağlanıyor. (Bkz: Sorum Tohumları) Bir daha olmaması için neler yapabiliriz sorusunun cevabını bildiğimizi zannediyorsak her bi şeyin bizim kontrolümüzde olduğuna inanan minik kafalı küstahın tekiyizdir bence. Bugün neden böyle acıdı dilim bilmiyorum, kalçalar hani öfke nefret gibi keskin duyguları barındıran yerlerdir denir ya, ben de kalçamın sakatlığıyla böyle mi başa çıkıyorum nedir?
Bugün renkli günlerde olsunlar ziyaretime geldi. Dünkü yogamdan sonra geçtiğimiz hafta boyu yaşadığım azar azar hareket mi ettirsem yoksa hiç mi hareket ettirmesem müteredditliğim yataktan kalkamayacak hale gelmemle beraber sona ermiş oldu. Ay halimin gelişi de yoga mahrumiyetime bir meşruiyet kazandırmış oldu, teşekkür ederim size yumurtalıklar. Şimdi dönüşteki derslerimi düşünüyorum. Dünden önce olsa ders verebilirdim, şu an onu da yapamam. Ders boyunca hiç kıpırdamadan ayakta dikilsem veya bir sandalyeye otursam dahi İstanbul’un toplu taşım zindanlarında iki ayağımın üstünde dalga sörfü simülasyonu yaparcasına dengede kalarak yolculuk yapabileceğimi hiç mi hiç zannetmiyorum. 8 Temmuz’daki workshopumu düşünüyorum, o vakte kadar iyileşeceğim de Golden Seed filan öğreteceğim.. Temmuz’un sonundaki kursumuzu düşünüyorum. Kukumav kuşu gibi bütün gün düşünüp duruyorum, nasıl oldu, neden oldu, nasıl böyle bir anda oldu, ne oldu da böyle oldu, sonra ne güzel iyileşiyordu, ben birkaç gün önce de kalçam vikviklerken yoga yapıyordum ama böyle olmuyordu, dün ne oldu da böyle oldu, bir daha olmaması için ne yapacağız? Düşün babam düşün. Halbuki uzat iki ayağını da dur be kadın dedi artık dün oradaki her kimse. No more ikirciks. Stop. Ben de iki ayağımı uzattım, kâh koltukta, kâh yatakta, kâh sandalyede, ööylece duruyorum. Durunca insanın daha çok düşünesi geliyor tabi. Çarşamba günü dönecektim İstanbul’a mesela, eğer oraya gidip de ders veremeyeceksem şu an bu halde alev alev yanan İstanbul’a gitmem örneğin çok saçma, bunu düşünüyorum. Cumartesi’ye kadar kalmayı düşünüyorum. Hatta bazen ne yapsam da İstanbul’a hiç dönmesem diye düşünürken yakalıyorum kendimi, sonra hop diyorum, o kadar uzun boylu değil.
İşte bugün de böyle bir gün sangha. Yazınca biraz daha rahatlıyor insan sanırım. Ben böyle durumlarla pek iyi başa çıkabilen bir insan değilmişim, her ufak incinmede bu gerçekle tekrar yüzleşiyorum. Belki elden ayaktan kesilmekten içten içe bu kadar korkmamım neden ailenin öte jenerasyonlarında bir sürü felçli ve yatalak kadın olmasıdır. Şimdi bir de bunun nedenini düşünemeyeceğim galiba. Size varoluşunuz sebebinizle göz kırpıştığınız, bir an bile olsa bu dünyaya neden geldiğinizin idrakine varabildiğiniz yogalar diliyorum. Sanıyorum ki bir kalp atışı boyunca süren böyle bir an, amaçsızca oradan oraya savrulup durduğumuz koca bir hayata bedeldir.
* Anodea Judith’in aynı adlı kitabı.